Londra'da hafta sonu
Londra'da hafta sonları her daim harika ancak hafta sonları bir yerlere gitmenin tadı bir başka oluyor. Hafta sonu tatilleri insanın aklında daha çok kalıyor.
Hafta sonları her daim harika ancak hafta sonları bir yerlere gitmenin tadı bir başka oluyor. Hafta sonu tatilleri insanın aklında daha çok kalıyor. Bunu nereden biliyorum derseniz Kerem ile geçirdiğimiz onca zamanın içerisinden evde geçirdiğimiz sıcak ve keyifli akşamlardan çok birlikte yaptığımız seyahatlerimizi hatırlıyorum: Berlin, Marakeş, Tokyo, Los Angeles ve şimdi de Londra.
Londra’ya yaptığımız seyahat benim doğum günü hediyemdi. Bu kadar zaman sonra paramızı birbirimize hediye almak yerine birlikte yapacağımız dünya seyahatlerine harcamaya karar vermiştik. Londra seyahatimiz muhteşemdi. Cuma sabahından gittik ve Pazartesi gecesi döndük. Fırtına yüzünden uçağımız çok rötarlı kalktı ama iptal edilmediği için çok sevindik. İnsanların evlerini kısa sürelerle kiralamasını sağlayan Airbnb’den çok hoş bir mekan bulmuştuk. Shepherds Bush civarında sıcacık ve samimi bir mekan bulduk. Bu bölgeyi çok sevmiştim çünkü eve götürmek istediğim ve Hindistan’dan gelen çeşit çeşit baharatları bulabilecektim. Ancak bir sonraki sefere Soho’dan bir daire kiralamayı düşünüyoruz. Bütün kafe ve sevimli butiklerin bulunduğu Soho’ya aşık olduk.
Kerem ile birlikte güne göreceli olarak erken başladık (Türkiye ile 3 saat fark olduğu için Jet lag olmuş olabiliriz ahahaha) ve şehirde yürüyüşe çıktık. Yolculuk etmek için metro ya da Uber uygulamasını kullandık. İndiğimiz gün Tate Galerisine gittik. Hafta sonları akşam 10’a kadar açık oluyor. Oraya vardığımız zaman son derece karanlıktı ve binanın o harika fasadını göremedik. Bu yüzden Pazartesi orayı bir kez daha ziyaret ettik. Ancak iki evi de gezdik ve oradaki dükkanda şaşırtıcı derecede güzel bir kahve içtik. Eve dönmeden önce de en üst katta bulunan restoranda harika bir balkabağı/mercimek çorbası içtik.
Cumartesi günü ise kahvaltı için Notting Hill’de bulunan Eggbreak’e gittik. Burası adından da anlayabileceğiniz üzere burası leziz yumurta yemekleri yapıyor. Karnımızı yumurta yemekleri ve nefis bir narlı ve hurmalı chia pudingi ile doyurduktan sonra yola çıktık. Bu restoran rezervasyon kabul etmiyor ama hemen aşağıda ek bir katları daha var. En kötü ihtimalle orada bir yer bulabilirsiniz.
Kahvaltıdan sonra Kensington’da bulunan The Design Museum’a (Tasarım Müzesi) gittik. Bu müzede çeşitli ürün, endüstri, grafik, moda ve mimari tasarımları var. Müzedeki dükkanda hoş bir takım hediyeler bulduk. Her müzede olduğu gibi ücret ödemeden gezip görebileceğiniz bölümler mevcut. Biz müzenin her yerini gezdik ve “Fear and Love” (Korku ve Aşk) temalı enstalasyonu çok beğendik. Ancak “Beazley Designs of the Year”ı (Yılın Beazley Tasarımları) o kadar da beğenmedik. Müze binası hem çok havalı hem de çok samimi. Mimar John Pawson, binanın tasarımında benim en sevdiğim çimento ve ahşap kombinasyonundan bolca kullanmış.
O akşam Soho House’daki bir partiye gittik. Akşam yemeği çok lezzetliydi ve büfedeki seçeneklerin arasında kinoalı mercimek salatası, humus, çeşitli peynirler ve çiğ sebzeler bulabilmekten ötürü çok mutlu oldum. Ayrıca kızarmış domuz, ıstakoz ve köfte de seçeneklerimizin arasındaydı. Sanırım Kerem ile birlikte en fazla zamanı tatlı büfesinin etrafında gezinerek geçirdik. Yıllardır güzel bir pantone yememiştim ve tatlıların ortasında dev gibi bir tane vardı!
Pazar günü Kerem’i kahvaltı için 26 Grains'e götürmeyi planlıyordum ama tatil olduğu için kapalıydı. Bu mekan çok şirin bir bahçenin içinde bulunuyor. Kesinlikle oraya gidecek olursanız bana nasıl olduğunu söylemelisiniz. Hakkında yazılan yorumlar gerçekten çok güzel. Yakınlardaki bir otelde kahvaltımızı etmeye karar verdik ve son derece memnun kaldık. Daha sonra Covent Garden’a gittik. Orada insanlara şarkı söyleyen iki tane opera sanatçısı vardı ve gerçekten harikaydılar. Cambridge Satchel‘den Kerem’in kız kardeşi için üzerine isminin baş harflerini yazdırdığımız iki renkli çok şık bir el çantası aldık. Daha sonra korkunç bir yağmur başladığı için pek bir şey yapacak vaktimiz kalmadı. Metroya binip bir alışveriş merkezine gittik ve buradan çok çabuk sıkıldık. Daha sonra bir şişe şarap aldık (gerçekten çok kötü çıktı) ve biraz yeşillik ve peynir eşliğinde evimizde sinema gecesi yapmaya karar verdik. Daha sonra son derece yağlı ama lezzetli bir Hint yemeği söyledik. Aşçılar neden bu kadar fazla yağ kullanırlar anlamıyorum. Yemeğin ardından oturduğumuz yerden kalkamadık!
Pazartesi günü tekrar Tate Gallery’e gittik ve Soho Coffee’de bir mola verdik. Burası Starbucks’dan en az on kat daha iyiydi. Daha sonra müzenin hediyelik eşya dükkanında son hediyelik alışverişimizi yaptık. Bu dükkanda gerçekten de pahalı olmayan son derece güzel eşyalar satılıyor. 10 Sterline son derece havalı bir kalem bulmanız mümkün.
Bavullarımızı Paddington istasyonunda bir dolaba kilitlediğimiz için oraya döndük ve havalimanına trenle gittik. Bu trenin adı Heathrow Express ve yolculuk sadece 15 dakika sürüyor. Havalimanındaki yemek seçenekleri pek iyi değil bu yüzden yanınızda yemek getirmek ya da oraya gelmeden önce yemeyi düşünebilirsiniz. Vergi iadesi kuyruğunda oldukça beklemek zorunda kaldık. Eğer siz de vergi iadesi almak istiyorsanız fazladan bir saat ayırmanızı öneririm.
Londra’ya daha sıcak ve az yağmurlu olacağını umduğumuz yazın tekrar gelmeyi düşünüyoruz. Kesinlikle siz de Londra’yı ziyaret etmelisiniz. Bu şehir gerçekten çok eğlenceli ve açık hava konserleri gerçekten harika. Çocuklara kitap almak haricinde hiçbir alışveriş yapmadığıma inanamıyorum!? Bir sonraki sefere mutlaka Top Shop’u ve Oxford caddesinin bodrum katlarında özel tasarım ürünleri satan dükkanları ziyaret edeceğim.