Noah'nın Doğumu: Güzel Hikayemiz
Noah'nın Doğumu: Güzel Hikayemiz. Bana göre her kadın doğum konusunda kendisi karar verebilmeli: biri sezaryen ister biri doğal veya normal doğum ister.
Öncelikle şunu belirteyim: Doğumum tahminimden çok daha kısa süreli ve çok daha az ağrılıydı. Belki de bundan üç sene önceki ilk doğumumun sezaryenle noktalanmış olması ve benim hiçbir koşulda aynı şeyleri tekrardan yaşamak istememem ikinci doğumum sırasındaki acıyı çok daha dayanılır kıldı, bilemiyorum. Ancak şunu da eklemem gerekir: Ağrı eşiğim oldukça yüksektir. Omuriliğime dövme yaptırırken neredeyse uyuyakalmıştım.
Hamileliğimin 39. haftasında bir Perşembe akşamı… Karnım taş gibi. İçimden spor yapmak bile gelmiyor, ki tutkunuyumdur.
O sabah kızım Zoe okuldayken her nasıl olduysa dört saat boyunca uyumuştum. Hiç yapmadığım bir şey hâlbuki. Gece kasılmalarım başladığında iki saat daha uyumuş olduğumdan kendimi dinlenmiş hissediyordum. Cuma sabah altı buçuk gibi o zamanki eşim Fatih günaydın demek üzere beni öptüğünde ona henüz bir şey söylemek istemedim. Ama kendimi tutamadım! “Galiba başladı” dedim. “Tamam o zaman, evde kalayım” dedi. “Hayır, sen ofise git, ilerleyince ben sana haber veririm. Daha çok zaman var” dedim. “Tamam” deyip hazırlanmaya başladı. Ben de küvete girip rahatlamaya çalıştım.
Küveti doldurup içine girmek o an çok iyi geldi. Su soğuyana kadar kaldım, sonrasında saçımı yıkayıp çıktım. O sırada Zoe uyandı. Sandalyeye ters bir şekilde oturduğumu görünce ne yaptığımı sordu. “Anneyle baba bugün hastaneye gidecek tatlım. Doktorlar Noah’nın gelmesine yardım edecekler” dedim. Zoe çok sevindi. Koşarak odasına döndü. Fatih yanıma gelip bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Bir şeyler yemem gerektiğini hatırladım ama aklıma yemek getirdikçe midem bulanıyordu. “Biraz kavun yiyeyim de kasılmaların kaç dakikada bir geldiğine bakalım” dedim. Birkaç parça meyve yemeyi başardıktan sonra kasılmaların dört dakikada bir geldiğini ve yirmi saniye sürdüğünü fark ettik.
Doktoruma mesaj attım. Beni geri aradı ve kasılmaların arasının açılmayacağını ve şiddetinin artacağını söyledi. “Böyle olunca hastaneye gel. Ben de hemen programımı ayarlayıp geleceğim” dedi.
Okul servisi Zoe’yi 9’u 10 geçe evin önünden aldı. Biz de 10 buçukta yola çıktık. Şoförümüz panik içindeydi. Herhalde çok fazla Hollywood filmi seyrettiğinden olsa gerek, doğumun arabada gerçekleşmesine engel olmak istercesine hızlı kullandı arabayı. O sırada oldukça sakin görünen Fatih – ki bana sonradan anlattığına göre doğumun henüz başlamadığını sanıyormuş – şoförümüzü sakinleştirdi. Saat 11 gibi hastanedeydik. Fatih acil girişinden girmek istedi ama ben gerek görmedim. Kayıt masasına gittiğimizde doğumun başladığını anlayan görevli tekerlekli sandalye getirmek istedi. Kibarca reddettim. Bacağım falan kırık değildi, neden tekerlekli sandalyeye oturacaktım ki? Hem bebeğin aşağıya inmesi için hareket etmem gerekmiyor muydu?
Bize o an müsait olan iki oda gösterdiler. Süitte karar kıldık. Odaya yerleştikten sonra hemşire kasılmalarımı kontrol ettiğinde ne kadar şiddetli olduklarını görünce şaşırdı. “Epidural almanıza gerek yok” dedi, ben zaten istemedim. Fatih’e, kasılmalar normalde 40’lardayken rahatsızlık verebildiğini, benimkilerin 142’de olduğunu söyledi. Evet, ağrım vardı. Tutunduğum sandalyenin kenarını sıkma ihtiyacı hissediyordum. Bir an kusacak gibi de oldum. Ama dayanılmaz değildi.
Doktorum Kübra Taman geldiğinde kasılmaların düzenli ve şiddetli olduğunu görünce memnun oldu. “Demek ki ilerleme var” dedi. Üzerimi değiştirdikten sonra vajinal muayene yaptığında açılmanın sekiz santim olduğunu anladık. “Oh, neyse ki çok erken gelmemişiz” dedim. Hastaneye gereğinden erken gelmek kadar kötü bir şey yok. O zaman gereksiz yere ağrıya odaklanıyorsunuz çünkü.
Fatih her kasılmada sırtıma yaptığı masaj çok iyi geliyordu. Açılmanın tamamlandığı noktada sancılar birbiri üstüne gelmeye başladı. Artık kasılmaların arasında dinlenecek vakit kalmamıştı. Tüm doğumun en zor ve ağrılı kısmı “geçiş” dedikleri bu süreçti işte… Fatih bir sandalyede oturmuş, ben önündeki pilates topunun üzerinde hareket ediyordum. Hemşire topun kan olmasını engellemek için üzerini çarşafla örtmüştü.
Her kasılma geldiğinde Fatih’e sesleniyordum, o da belime baskı yapıyordu. Bana inanılmaz yardımcı oluyordu. Kübra Hanım, odanın diğer ucunda bir sandalyede oturuyor, çok iyi gittiğimi söylüyordu. Ancak o sırada ağrılarım çok şiddetlenmişti, ve bana hiç de iyi gidiyormuşum gibi gelmiyordu. O an doğumun en zor aşamasında olduğumuzu çok sonradan anladım. Ağrılar tavan yapmıştı, ve arada dinlenemediğim için de iş keyifli olmaktan çıkmıştı. Kübra Hanım da acımı hissediyor ama endişeli görünmemeye çalışıyordu. “Kadınların hamile kaldıklarına pişman oldukları nokta bu olsa gerek” diye düşündüm. Bir yandan da henüz pes etme noktasında olmadığıma karar verdim. Kübra Hanım, ıkınmak isteyip istemediğimi sordu. İstemiyordum.
Ne kadar olduğunu anlamadığım bir süre sonra birden ıkınma ihtiyacı hissettim. “Daha çok erken!” diye panik oldum. Ama Kübra Hanım gerçekten ihtiyacım varsa ıkınabileceğimi söyledi. O anda olayı bedenime bıraktım. Doğuma hazırlık kurslarına hiç gitmemiş, ya da konuda kitap okumamıştım. İçimden geldiği şekilde nefes alıp vermeye başladım. İşte doğumun bu kısmı çok tatmin ediciydi, çünkü ıkındıkça bebeğimin çıkmasına yardımcı olduğumu hissediyordum. İki kasılma arasındaki süre de yeterince uzun ve ağrısızdı.
Bu noktada yatağın üzerine eğilmiş, vücudumun üst kısmını Kübra Hanım’ın yatağın üzerinde üst üste dizdiği yastıklara yaslamıştım. Kasılma geldiğinde sırtımı dikleştiriyor, derin bir nefes alıyor, ve çenemi göğsüme doğru indirerek nefes veriyordum. Bittiğinde ise yatağın üzerindeki yastıklara yaslanarak dinleniyordum. Abartmıyorum: kasılmaların arasında o yastıklara yaslanırken hiçbir acı hissetmiyordum.
Bu aralardan birinde “bebek şu an stres altında olmalı” dedim. Kübra Hanım“Hiç de değil” dedi ve kalp atışlarını dinledi. Hakikaten de kalp atışları 120 ile 130 arasındaydı.
O noktada Kübra Hanım beni tekrar muayene etmek istedi. Muayeneden sonra “hemen doğumhaneye gitmemiz lazım, yoksa burada doğuracaksınız” dedi. “Nasıl yani?” diye sordum. “Bebek on beş dakika içinde çıkmış olacak” dedi. İnanamadım. “Şaka yapıyorsunuz herhalde” dedim. Ama hayır, yapmıyordu. Apar topar doğumhaneye gittik.
Orada, bana ne zaman ve nasıl ıkınmam gerektiğini anlattı. Dediği gibi yaptım. Hala şoktaydım. Gerçekten sonuna gelmiş miydik? Annem beni 24 saatte doğurmuştu. Ben de öyle olacağını düşünüyordum. “Tamam, şimdi kasılma olmasa da ıkının” dedi Kübra Hanım. Aralarda da yırtık olmaması için masaj yapıyordu. “İyiyim, ama sanırım kan şekerim düştü. Bayılacak gibi hissediyorum. Lütfen bana hemen serum verin” dedim. Hemen verdiler.
Hemen ardından bebeğimin başının çıktığı o büyülü an. Birkaç dakika daha ve işte bebeğim kollarımdaydı. Vücudu beyaz bir sıvıyla kaplanmıştı. Noah, oğlumuz, ellerimdeydi. Bitmişti. Geride kalmıştı.
Babası bebeğin göbeğini kestikten sonra temizlediler. Testleri yaptıkları sırada sesini duydum. Ağlamıyordu, ama gayet iyiydi. Zoe’nin doğumdaki halinden çok farklıydı. Zoe’nin doğumunda yüzüme baka baka yalan söyleyen o üç doktor bebeğin normal şekilde çıkmasının mümkün olmadığını söylemişti. Ben de genel anestezi alarak ameliyat olmuştum. Görümcem, ben hala narkozun etkisiyle uyurken olanları videoya çekmişti: Hemşireler doğumdan hemen sonra bebeğimi yıkadıkları sırada Zoe soğuktan tir tir titremiş ve ağlamıştı. Sonrasında yeni doğmuş kızımı beşiğe koymuşlar, ve babasının girmesine izin vermedikleri bir odaya alarak onu sadece camdan göstermişlerdi. Hayatının ilk on beş dakikasında bebeğim tek başına ağlayıp durmuştu. Sebebi neydi? Annesinin narkozun etkisinden kurtularak uyanmasını beklemişler, ona ilk dokunanın ben olmam gerektiğini düşünmüşlerdi. Peki ya bebeğin babası? İkimizin çocuğuna ilk onun ya da benim dokunmam fark eder miydi?
Doğal doğumda hazır olmadığım bir nokta varsa o da dikiş atılma safhasıydı. Yırtık olabileceğini tahmin ediyordum, ama dikimin bir saat on beş dakika sürmesine hazırlıklı değildim. Tek bir büyük yırtık değil, irili ufaklı birçok küçük yırtık vardı. Kübra Hanım bir yandan dikiş atarken benim dişlerim ve bacaklarım titriyordu. Acı hissetmiyordum ama bir an önce Fatih’e ve bebeğime katılmak istediğimden giderek sabırsızlanmaya başlamıştım. Ama Kübra Hanım, Başak burcu (üstelik yükseleni de Başak!). Her şeyin mükemmel olduğundan emin olmadan sizi rahat bırakmaz. Ve bunun için onu çok seviyorum.
Normal doğum harika bir olay. Odamıza döner dönmez yemek siparişi verdim. Kızım ve misafirlerimiz bebeği görmeye gelmeden duşumu almış, makyajımı yapmıştım. Doğumunun ertesi gününde Noah sünnet oldu. Pazar sabahı hastaneden çıktık.
Doğumdan sonra spor yapmaya başlamak için üç ay beklemem gerektiği duyuyordum. Kübra Hanım, normal doğumda buna gerek olmadığını söyledi. Doğumdan sonraki Pazartesi günü, bir yandan Noah’yı emzirirken bir yandan da karın kaslarımı çalıştırıyordum. O ana kadar egzersiz yapmaya bulabildiğim tek vakit oydu. Doğumdan sonraki onuncu günümde karın kaslarımı görebilmeye başladım. Yaklaşık altı hafta içinde eski halime geri döndüm.
Tüm bunlardan sonra bana söyler misiniz: Neden bir insan sezaryeni doğal doğuma tercih eder?